HDP’den 2018 seçimlerinde İstanbul Milletvekili seçilen Ahmet Şık, Mayıs 2020 yılında yaptığı bir açıklamayla HDP’den istifa etti. Bir yıl sonra da TİP’e katıldı.
HDP’den istifa etmesinin gerekçelerini HDP’ye yönelik açılan kapatma davası nedeniyle saklı tuttuğunu belirten Şık, satır aralarındaki eleştirilerinde: “HDP, farklılıkların göründüğü bir parti olmaktan çok tek merkezli siyaset yapılan, homojen bir yapı” diyor.
Ahmet Şık’ın Artı Gerçekten Nazlı Eda Piyade ile yaptığı röportaj şu şekilde:
HDP’den ayrıldığınız dönemde bir dizi tartışma yürümüş ve siz daha partiden ayrılmadan önce sizinle yapılan uzun bir söyleşide eleştirilerinizi sıralamıştınız. Neden ayrıldığınızı bir kez daha sormuş olayım ve şimdi başka bir parti içerisinde yola devam etme fikri/kararı nasıl doğdu oradan devam edelim.
HDP’den ayrılma sürecim ve nedenlerim başka bir tartışmanın konusu ve benim için kamusal alanda tartışmaya kapalı. Bahsettiğiniz söyleşide uzun uzadıya nedenlerim gayet anlaşılır bir şekilde dile getiriliyordu. Ama okuyup anlamak yerine tarafları yıpratıcı bir dedikodu ağı ile neler olduğunu yorumlamak kolaycılığına kaçanlar nedeniyle mesele anlaşılamadı. Şimdi, HDP’ye kapatma davası da açılmışken tekrarlamanın kimseye bir faydası yok.
O zaman “HDP’den istifa ettim yoldaşlıktan değil” demiştim hala aynı yerde duruyorum. Sorunuzun diğer kısmına gelince, TİP’e geçme kararım beni HDP’den koparan şeyleri şu anki TİP’te bulacağımla ilgili değil. Partiye geçişim birdenbire ortaya çıkmış değil, uzun zamandır ihtiyacını hissettiğimiz bir potansiyel yaratmak için aylardır bu fikir üzerinde kafa yoruyorduk. Dolayısıyla bir süredir planlamasını yaptığımız, yol haritasını çıkarmak istediğimiz hem kendimi bulacağım hem de daha sonra bahsedeceğimiz üzere yeni bir toplumsal arayışa karşılık olacak bir siyasal parti gereksinimi vardı. TİP’i ve TİP’e geçişimi en çok bu doğrultuda değerlendirmek gerekir.
‘HDP VE CHP arasında konumlandırmamız gereken bir partiye ihtiyaç var’
Biraz açar mısınız? Nasıl bir toplumsal arayıştan ya da ihtiyaçtan bahsediyorsunuz?
Kısaca HDP ve CHP arasında konumlandırmamız gereken bir siyasi parti ihtiyacından bahsettiğimi söyleyebilirim. Ancak bu iki partinin seçmenlerini TİP’e kanalize etmekten öte, partisiz olanlara bir adres yaratma gayemiz var. Mevcut denklemde siyasal tercihlerini gönüllülük ya da fikirdaşlık ekseninde değil zorunlulukların belirlediği “mutsuz seçmenler” ile kendisinin temsil edilemediği inancı ile oy kullanmaktan kaçınanlara ulaşmaktan, onların sesi, sözü olmaktan bahsediyorum. Buradaki esas hedef ikinci grupta yer alan seçmenin seçeneği haline gelebilmek.
‘Toplumun tümünü temsil eden bir Mecli’ten söz etmek mümkün değil’
Mevcut durumda Cumhur İttifakı -AKP+MHP toplam 336 vekil- ve Millet İttifakı -CHP+İYİ Parti toplam 172 vekil- ile HDP -55 vekil- Meclis’te temsiliyet bulmakta. Bu partilerin yanı sıra Meclis’te grubu olmayan partilere (TİP, DBP, SP, BBP, DP, DEVA, Yenilik Partisi) mensup 10 ve bağımsızlardan da 10 olmak üzere toplam 20 vekil bulunuyor. Meclis’te 17 sandalye ise boş. Eğer veriler doğru ise 24 Haziran 2018 seçimlerinde Türkiye’de 59,3 milyon seçmen bulunuyordu. Hem Cumhurbaşkanlığı hem de Parlamento seçimlerine katılımın yüzde 85 olduğu düşünüldüğünde kaba bir hesapla sandığa gitmeyen 8,5 milyonun üzerinde seçmen var. Oy kullanan 1 milyonun üzerinde seçmen de ‘diğer’ kategorisinde sayılan partiler ya da adaylardan yana tercihini kullanmış. Yani 10 milyon civarında seçmenin iradesi Meclis’te bulunmuyor.
Dolayısıyla Parlamento içinde 11 adet parti bulunmasına rağmen toplumun tümünün temsil edildiği bir Meclis’ten bahsetmek mümkün değil. Buna ek olarak biraz önce bahsettiğim güven duyulacak bir odak arayışında olduğunu düşündüğümüz ikinci grupta bulunan seçmen sayısının yaklaşık 10 milyon kişi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu seçmen grubu homojen olmadığı gibi her birinin aynı nedenlerle oy vermekten kaçındığı gibi bir sonuca da ulaşmak doğru olmaz. Ama iletişim kurmamız, oylarına talip olduğumuzu göstermemiz ve taleplerini görünür kılmamız gereken milyonlarca yurttaşın olduğu ortada.
Farklı ideolojilere sahip görünen/olan ve farklılıkları bir arada tutan partiler Meclis’te iken toplumun tümünün temsil edildiği bir Meclis pratiğinden bahsetmenin mümkün olmadığını söylemeniz ne kadar doğru?
Diğer kitle partilerine kıyasla önemli bir kısmı HDP çatısı altında olmak üzere, farklı siyasal aidiyet ve kimliklere mensup kişilerin de Meclis’e girebildiklerini söyleyebiliriz. Ancak bu durumun temsiliyette çeşitliliği artırdığını söylemek ne yazık ki güç. Her ne kadar farklı anlayışlardan gelinse de “grup (parti) menfaati” bu çeşitliliğin görünmesinin önündeki en büyük engellerden birisi olabiliyor. Bu “engel” bir yere kadar anlaşılabilir olsa da zaman zaman doğru siyasal tutum almanın önüne geçiyor. Ülkenin öncelikli sorunlarına dair söz söylemenin önüne geçen ya da sözü etkisi olmayacak biçimde dile getirmek zorunda kalmak ve hatta sessiz kalmak gibi bir durum yaratıyor. Geniş bir temsiliyetin olmadığını söylemem bununla ilgiliydi.
‘Mecburiyet partisi haline gelen CHP…’
TİP’in üstleneceği siyasal hattın ya da Türkiye’nin ihtiyacı olan partinin neden HDP ve CHP arasında konumlanmış olması gerekiyor?
Mevcut siyasi dağılım üzerinden söz konusu CHP, HDP ve diğer partilere baktığımızda ortaya çıkan tabloyu şu şekilde anlatabiliriz. Millet İttifakı içinde yer alan sağ, milliyetçi ve muhafazakâr gelenekten gelen partileri ayrı tutuyorum. CHP de dahil olmak üzere bu ittifak bileşenleri uzlaşıyı “sağcılığın panzehrinin sağcılaşmaktan geçtiği” anlayışı ile sağlamakta ve hatta zaman zaman iktidar bileşenleri ile ortak paydada buluşmaktan kaçınmamaktadır. Ancak mevcut iktidar bileşenlerine ve yarattığı faşizm ortamına sol ya da sosyal demokrat bir yerden itiraz eden seçmende, seçimlerde taktiksel oy kullanmanın bir doğal sonucu olarak Meclis’teki kitlesel muhalefet partilerinden HDP ve görece sosyal demokrat CHP arasında bir ortak payda olduğu düşüncesi hâkim bir kanaat haline gelmiş durumda.
Ya da demokrasi ve hukuk normlarının ülkeye egemen olması beklentisiyle birtakım uyuşmazlıkları, ideolojik ayrımları görmezden gelmeyi tercih eden seçmenlerin kanaati bu yönde demek mümkün. Ancak hem teoride hem de pratikte bir CHP+HDP ittifakından bahsetmek mümkün olmadığı gibi her iki parti için de bazı açmazlar karşımıza çıkıyor. Sol görüşlü seçmenlerinin halen solculaşacağı beklentisi içinde olması ve siyasal hattını faşizm üzerine kurmuş ceberut iktidardan ne olursa olsun kurtulmak gayesinin baskın olması nedeniyle 12 milyon civarında bir oya sahip olmasına karşın bir mecburiyet partisi haline gelen CHP, rotasını “merkez sağın parti boşluğunu doldurmak” olarak çizmiş durumda. İçinde bulunduğumuz karanlık siyasal tablo nedeniyle de CHP, seçmenlerin mecburiyetlerinin farkında olarak ne olursa olsun sol tabandan oy alacağından emin. Bu yüzden CHP yönetiminin tüm söylemlerini ve ittifak arayışlarını sağ kanattan gelen partilerle kurmaya çalışıp, sağdaki seçmenin partisine yöneleceği yanılgısı içinde olan bir anlayışta olduğunu söylemek mümkün. Yani bir alternatif yaratılması halinde az ya da çok, arayışta olan solda yer alan seçmenin CHP’den bir kopuş yaşayacağını söylemek mümkün.
Peki ya HDP?
Partinin programı, tüzüğü, idealize ettikleri nedeniyle değil de sahadaki pratiği nedeniyle eleştirdiğimizi belirterek, farklı nedenlerle benzer bir tespiti HDP için de yapabiliriz. Kalabalık bir doğal tabana eklemlenen çeşitli bileşenlerle HDP de solu kitlesel olarak sadece kendisinin temsil ettiği fikrinde.
HDP’nin bütün olarak sol bir parti olduğunu düşünsem de parti içinde Kürt siyasal hareketi ve Türkiye solunun bileşenleri biçiminde iki ayrı grubu işaret etmek yanlış olmaz. HDP’nin bütüncül bir sol parti olmasının önündeki asıl engel, Türkiye solundan gelen yapıların zayıflığıdır. Türkiye solunun HDP içinde sesinin az çıkması ya da yaşanan baskı ve zulüm nedeniyle duyulan sesin sadece belli bir odağın dışına taşamayan bir siyaset odaklı olmasının nedeni sanılanın aksine Kürt hareketinin hegemonya kurması nedeniyle değil. Aksine Türkiye solu olduğu iddiasındaki grupların mevcut politik duruşlarını daha güçlü olanın siyaseti üzerinden dile getirme anlayışından kaynaklı.
’40 Yıllık savaşın yükünü taşıyan HDP’nin yapabilecekleri sınırlı’
Bu tutum bu grupların HDP’nin ülkenin batısında büyüme stratejisini sağlayacak politika üretmekten ve mücadele örgütlemekten uzak olmalarını, yani zayıflıklarını örtmeye yarıyor. Bu siyasetlerin mevcut çabalarını elbette değerli görüyorum. Ancak bunca ‘farklı’ bileşeniyle HDP, sahip olunduğu iddia edilen farklılıkların göründüğü bir parti olmaktan çok tek merkezli siyaset yapılan, homojen bir yapı gibi görünüyor. Bir yere kadar anlaşılabilir bu tutum Kürt meselesinin, kelimenin gerçek anlamıyla da can alıcı sorunları ortaya çıktığında seçmende aynı karşılığı yaratamıyor. Sadece çatışmalı süreci 40 yıldır süren bir sorunu, devletin ya da yargısının ve medyasının dili ile barışçıl çözüm bulmaktan uzak bir anlayışın egemen olduğu bir bakışla değerlendirmeye çalışan seçmenler HDP ile kolayca mesafelenebiliyor. Kısa yoldan söylemek gerekirse sırtında 40 yıllık bir savaşın yükünü taşımak zorunda olan HDP’nin bu şartlarda yapabilecekleri sınırlı.
Devlete hâkim iktidar zihniyeti Kürt hareketine yönelik ağır baskı ve zulüm politikalarıyla HDP’yi kolayca kriminalleştirebilecekleri -ki bunda başarılı oldukları aşikâr- bir alanda siyaset yapmaya iterken, parti de yaşananların ağırlığının da etkisiyle o alandan çıkmakta zorlanıyor durumda. Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün ve militarist tedbirlerin yarattığı duygusal kırılma/kopukluk nedeniyle olası bir seçimde Kürt yurttaşların tercihini HDP’den yana kullanacağından emin bir parti yönetimi mevcut.
Mevcut tabloda bu tercihin, AKP+MHP bloğuna karşı taktiksel oy kullanacakların katkılarını da ekleyerek, HDP’ye seçim barajını kolaylıkla geçireceğinden emin bir yönetim anlayışı var. Ki Türkiye partisi olma iddiasını, Batı’da iktidar bileşenlerinin “yenilmesini” sağlayacak, altının ne ile doldurulduğu belirsiz bir demokrasi blokundan yana olmaktan öteye taşımayan HDP, bu tutumuyla taktiksel oyların kendi hanesine geleceğinden de emin. Ancak olası bir seçimin, iktidar bileşenleri açısından ihtiyaç duyulan mutlak zafer ya da en hafif hasarla atlatılmasının yolunun HDP’siz bir seçim denklemi üzerine kurulu olacağı açılan kapatma davasıyla artık bir ihtimal olmaktan çıkıp iyice belirginleştiği ortada.
HDP’nin kapatılması, Hazine yardımının kesilmesi, elde bekletilen fezlekelerle milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılıp hukuki normlardan uzak Saray yargısı eliyle gerçekleştirilecek hızlı bir yargılamayla tutuklamaların olması ve bilindik isimler başta olmak üzere pek çok siyasetçiye siyaset yasağı getirilmesi gibi bir dizi yaptırımı öngören planlamalar yapıldığından bahsetmek mümkün. Türkiye’deki mevcut yargı sistemini de hesaba katarak değerlendirme yapmak gerekirse bu hamlelerin hepsinin ya da herhangi birinin dahi ülkede barış ve eşitlik talep eden, demokrasi ve hukuka dair beklentiler içinde olan tüm kesimleri altında bırakabilecek bir koca çığa dönüşmesi mümkün.
‘TİP, bu heyecanı örgütleyebilir’
Türkiye solunu temsil ettiği iddiasında olan kitlesel iki partinin mevcut durumları kabaca böyle. Her iki partiden uzaklaşan/uzaklaşmaları muhtemel seçmenlerin, güven duyulacak odak arayışındaki “kararsız/protestocu” grubun arasında yer almalarını engellemek için de bir alternatife ihtiyaç var ve TİP o boşluğu dolduracak bir heyecan yaratıp bu heyecanı örgütleyebilir.
Bunun HDP’ye zarar vereceğini düşünenler vardır ve çıkacaktır. Her şeyden önce bu bir yoldaşlık örgütlenmesidir ve Türkiye’de HDP dışında da gerçekten soldan söz kuracak güçlü bir harekete ihtiyaç var. Güçlü olan ya da güçlü olma potansiyeli taşıyan bir yapının varlığı temel haklar ve özgürlükler mücadelesinin, demokrasi ve dahası barış talebinin daha güçlü dillendirilmesini sağlayarak çözüme yaklaştıracak bir pozisyon yaratacaktır.