ÖHD Mersin Şubesi de 8 Mart dolayısıyla dernek binasında açıklama yaptı. ÖHD Şubesi Kadın Komisyonu Sözcüsü Nalan Ateş Altuntaş, “Bugün ben de varım, dün de vardım, yarın da olacağım’ şiarı ile yeryüzünün tüm kadınları her biriniz kız kardeşimizsiniz, yalnız değilsiniz, yalnız değiliz!” dedi.
Dernek binasında yapılan açıklamaya çok sayıda ÖHD’li kadın katıldı.
Kadınlar adına açıklama yapan AV Nalan Ateş Altuntaş, “Bundan yüz on beş yıl önce 8 Mart 1908’de, New York’ ta tekstil fabrikasında çalışan kadın işçiler; eşit işe eşit ücret, günde sekiz saat çalışma, doğum izni gibi insanca yaşama ve çalışma koşulları için bir eşitlik mücadelesi başlattılar. Çoğu kadın 129 kişi, bu haklı taleplerinin bedelini, atölyelerde çıkarılan yangınlarda boğularak veya yanarak ödedi. 1910 yılında ise kadının insan hakları için savaş veren bir başka kadın, Clara Zetkin, 8 Mart’ ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önererek kadınların mücadelesini tarihin sayfalarına yazdırdı. 8 Mart; özgürlük ve eşitlik meşalesini, yanarak yakan kadınların geleceğimize tuttuğu meşaledir! Özgür kadınla örülü yaşamın yaratılması için verilen mücadelenin sembolüdür. Biz kadınların yüreğinin gümbürtüsüdür 8 Mart. 6-7 Şubat 2023 te ülkemizde meydana gelen depremde on binlerce canımızı kaybettik. Deprem doğal bir afettir evet ama önlemler alınarak can kaybı en aza indirebilirdi. Mevcut hükümet ise bırakın önlem almayı hala felakete çanak tutuyor. 2018’de, İmar Barışı adı altında ruhsatsız ya da imar mevzuatına aykırı binaları affeden bir yasal düzenlemeyi büyük bir kurnazlıkla seçim meydanına süren hükümet, düzenlemeye “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır” cümlesini ekletti. Bu düzenleme devletin vatandaşlarının canlarını ve mallarını koruma ve güven altına alma yükümlülüğünü terk ettiğini -sosyal kontratı da böylece tek taraflı sonlandırdığını- ve deprem karşısında tüm sorumluluğu -belli bir ücretle- vatandaşına devrettiğini müjdelemiş oldu bize!..
Yüzde yetmişi deprem bölgesi olan ülkenin Çevre ve Şehircilik Bakanı, 15 Haziran 2019’da süresi dolan İmar Barışı’na 10 milyon 250 bin başvuru olduğunu açıklarken zafer kazanmış edasında idi. Oysa bu bir ülkenin utancı olabilirdi ancak. Talan ve rant üzerine kurulu iktidar; depremin sonuçlarını önlemek bir tarafa, bu tahribatların baş sorumlusu konumundadır. Erkek egemen iktidarların, ekolojik yaşama saldırısı, güvenli yaşam alanlarının inşa edilmemesi, çarpık kentleşme ve imar affı gibi uygulamalar bu tahribatların temel sebeplerindendir. Diğer taraftan da; depremin sonuçlarını önlemek için hiçbir tedbir almayan, alamayan bu çürümüş ve köhne iktidarın; başta kadınlar olmak üzere toplumun ihtiyaçlarına cevap olmak yerine, daha ilk saatlerden itibaren, kendi bekasını korumak için yandaş medya aracılığıyla bir algı operasyonu yaratarak seferber olduğuna tanık olduk.
Devletin deprem karşısındaki bu çözümsüzlüğü, bir kez daha yerel yönetimlerin ve örgütlü toplumun önemini bize göstermiştir. Deprem karşısında, Kürdistan’dan, Türkiye’ye ve Avrupa’ya kadar kadınlar, gençler ve halklar; toplumsal örgütlenme ve dayanışmayı örerken, deprem bölgesini bir toplu katliama, bir toplu mezara çeviren iktidar, OHAL ilanıyla bu toplumsal dayanışmayı kırmaya ve suçlarını gizlemeye çalışmıştır. Yetmemiş, dayanışma merkezlerine kayyum atayarak dayanışmayı ve halkın iradesini bir kez daha gasp etmiştir. İktidar, bir kez daha Kürtlerin, Alevilerin coğrafyasını işgal etmeye, demografyasını değiştirmeye çalışmıştır. Depremde ailesini kaybetmiş çocukları, savunmasız bırakarak militarist güçlerin, tarikatların, çetelerin istismarına açık bırakıyor. Daha bu sabah haberlerinde Adıyaman’da 1100 çocuğun Menzil tarikatı elinde olduğunu haberlerde izledik. Fakat iyi bilinmelidir ki biz kadınlar; toplumun öz yönetimine, öz gücüne ve yerellerin gücüne olan inancımızla; çürümüş ve hantallaşmış bu iktidarın, depremi bir fırsata ve toplum nezdinde özellikle kadın ve çocuk kırımı aracına çevirmesine izin vermeyeceğiz!” dedi
“Bu yıl diğer yıllardan farklı olarak yüreğimizde büyük bir sızı ile birbirimizi alanlarda kucaklayacağız.” diyen Altuntaş, şöyle devam etti;” Seslerimizi depremde hayatını, çocuklarını, yakınlarını kaybeden kadınlarımız, çocuklarımız için yükselteceğiz. Yaşadığımız deprem felaketinde de yükü sırtlanan, krizleri yönetenlerin kadınlar olduğunu hep birlikte yaşayarak gördük. Arama kurtarma, sosyal faaliyetler, sağlık, güvenlik gibi bir çok alanda çalışan kadınlar, halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. Gönüllü olarak ülkenin dört bir yanından kadınlar bölgeye gidip yaralara merhem olmaya çalıştı. Depremde çocuğunu, yakınını, evini kaybetmiş kadınlar ise bir yandan sağ kalan aile bireylerinin yemek, temizlik gibi ihtiyaçlarını karşılarken diğer taraftan ise deprem psikolojisini yaşayan çocuklarına kol kanat germeye çalışıyorlar. Özellikle çocuklu ve ev işçisi olarak çalışan kadınlarımızın çoğunluğu günün tamamını riskli olduğunu bildiği yıkılacağını tahmin ettiği evlerinde geçirmek zorunda kalıyorlar. Nurhak’ta 7 Şubat günü öğlen saatlerinde yemek yapmak için hasarlı evlerine girmek zorunda kalan kadınların ikinci büyük depremde enkaz altında kalarak hayatlarını yitirdiklerini unutmayalım. Evi yıkılan bir depremzede geçmişte “bizi cüzdan ile kefen arasına sıkıştırdılar” demişti. Vatandaşına ekonomik şartlarda, güvenli ve yaşamaya elverişli sosyal konut sağlayamayan bir iktidar onları kefene mecbur bıraktı yine.
Enkaz içi, enkaz çevresi ve peşinden deprem çadırı… Kadının yoğun emeğe dayalı çilesi artık çırıl çıplak gözlerimizin önünde. Kocası, çocukları varsa hastası ona bakıyor; taşıma suyla çadır önünde elde çamaşır, bulaşık yıkıyor, temizlik yapıyor… Kalabalık, hijyenden uzak ortamlarda çocuklarını hastalıklardan, olabilecek her türlü kötülükten korumaya ve psikolojik olarak da sarıp sarmalamaya çalışıyor. Karar almada olduğu gibi itiraz etmede de söz sahibi edilmeyen kadın, depremin oluşturduğu maddi manevi enkazla başa çıkmak için adeta binbir parçaya bölünmek zorunda kalıyor.”
“Deprem sonrası oluşturulan çadır yaşam alanlarına, fiziki ve ekonomik gücü olmayan kadınlar hala erişememiştir.” eleştirisinde bulunan Altuntaş, ” Yine kadınların, hijyen malzemeleri ulaştırılmadığı ve ayrı tuvalet alanları oluşturulmadığı için hastalık ve istismar korkusu yaşıyorlar. Deprem bölgelerinde yaşamak zorunda kalan kadınlar kendilerinin ve çocuklarının can güvenliği için, sağlık koşulları için ve istismar edilme ihtimalleri için çok korktuklarını defalarca dile getirmiş durumdalar. Kadının hijyen ihtiyaçlarına karşı kol gezen cinsiyet körlüğü tıpkı 2015 yılında Nepal’de meydana gelen 7.8 büyüklüğünde ki deprem sonrası oluşan istismar, darp olaylarının bu deprem sonrasında da meydana gelme ihtimalini aklımıza getirmektedir. Nepal’de deprem mağduru kadınlar ayrı tuvalet, korunaklı yaşam alanları olmadığı için istismar ve darp olaylarına maruz kaldıklarını belirtmişlerdi.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu verilerine göre Türkiye’de felaketten etkilendikleri tahmin edilen 15 milyon kişi arasında 214 binden fazla hamile kadın olduğunu ve bunların neredeyse 24 bininin bir ay içinde doğum yapmasının beklendiği belirtilmiştir. Hamile ve bebekli kadınlar için hiçbir önlemi ve öngörüsü olmayan iktidarın bu konuda da sınıfta kalacağı aşikardır. Bu nedenle tüm kadınlara çağrı yapıyoruz birleşelim, bir olalım, hep birlikte kendi özgücümüzle yaralarımızı halkımız ile birlikte saralım .
Bugün dünya kadınları, hayatı ve dünyayı kadınlardan yana değiştirmek için, örgütlenmek için alanları dolduruyorlar. Hem dünyada, hem de Türkiye’de binlerce kadın, erkekler tarafından öldürülüyor. Türkiye’de kadınları öldüren katiller, ya cezasız kalıyor ya da indirimden yararlanıyor. Hayatta kalan kadınlarsa evde, işte, sokakta, otobüste yani bulunduğu her yerde cinsel, psikolojik, fiziksel şiddet ya da tacize uğrayabiliyor. Türkiye’de kadınların kazandığı hak olan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılıyor ancak katillere, tacizcilere hak ettikleri cezalar verilmiyor. Üstelik kadınlar her sokağa çıktığında güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaşıyor, gözaltına alınıyor. En basitinden yerelimizde Mersin Valiliği her 8 Mart ta hafta müddetince tüm basın açıklamalarını, toplantı ve yürüyüşleri gerekçesiz bir şekilde yasaklıyor. Bugün, 8 Mart her tür engellemeye rağmen kadınlar tüm ülkede sokaklarda olacak. Deprem bölgesindeki kadınlar için, öldürülen, fiziksel ya da psikolojik tacize uğrayan kadınlar için, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi için, daha özgür ve eşit bir dünyada yaşayabilmemiz için sokaklarda olacaklar. Kürt kadın Jîna Mahsa Aminî’yi katleden erkek egemen soykırımcı zihniyete karşı, Kürt Kadınlarının tüm dünyada yükselttiği “Jin-Jiyan-Azadî” şiarı ile hareket ettiğimizi söylemeyi bir borç biliriz. Bizler sadece Kürtlerin değil, tüm halkların ve tüm dünya kadınlarının da en büyük umudu oldu. Bu umut; kadın özgürlükçü bir yaşamı savunmanın ve direnmenin yolunu bir kez daha açtı, açıyor. Kadın özgürlük mücadelesine dönüşen bu isyan; faşist iktidarların, yarattığı enkazların ve kadına uygulanan her türlü şiddetin temelini sarsacak ve özgür bir toplumu yeniden inşa edecektir.” ifadelerini kullandı.
Altuntaş, şöyle devam etti; “Şiddete bulaşmış veya şimdilik bulaşmamış olsa dahi kendi benliğini erke teslim etmiş her erkek, bu paralelde bilmeli ki uyguladığı şiddet sadece kadını parçalamamakta, esasında asıl darbeleri kendi insanlığına vurmakta, kendini bir kötülük kaynağı haline getirip öz saygısını da yitirmektedir. Her erkek öncellikle kendi ruhuna sinen şiddetin nedenleri ve sonuçlarıyla samimi bir yüzleşme cesaretini göstermeli, şiddetin kaynağını kendi dışında aramamalıdır.
Savaşın, yoksulluğun sömürünün olduğu yerlerde adalet de yoktur ve bunun acısını da trajedisini de bizim coğrafyamızda olduğu gibi en fazla kadınlar yaşar, bedelini de yine en fazla kadınlar öder. İşte son 40 yılımızı karanlıklar içerisinde bırakmaya çalışan güçler, bunu başaramadılarsa bizler, bugün bunu sevgili Cumartesi Annelerine, Roboskili Annelere ve ismini zikretmediğimiz milyonlarca kadına borçluyuz. Katiller bir gün mutlaka hesap verecek ve gerçekler tüm yönleri ile aydınlığa kavuşacaktır. ”